SAYIN YOLCU
Fatih TEZCE’nin kaleminden..
Ben seni hiç anlayamadım… Böylesine zikzaklar çizmen beni yordu sayın yolcu… Gözlerinin içine bakarak anlatmak istiyorum her şeyi sana… Her defasında yanılıyorum… Kaç defa daha yanılırım, onu da hiç bilmiyorum…
İnsanın içinde bitmek bilmeyen iyi niyeti saklıdır… İnsan, içindeki sonsuz iyi niyetiyle insandır… Daha ne kadar devam eder bu iyi niyet, bilmiyorum… Çayda eriyen şeker gibi tükeniyor benimle birlikte her şey… Sahi hatırladım, ben çayda şeker de kullanmıyorum… İçimse eriyor da eriyor… Sayın yolcu anla işte ben eriyorum…
İyi niyet diyorum sayın yolcu… Hep suiistimal ediliyor diyorum… “Kırmamak” fiilini bile kırmamak adına ben hayallerimi kırıyor, rüyalarımda kayboluyorken; annem diye her sabah ezanla uyanıyorum… Annem diyorum bir kez daha, annem… Anneler, evladını ağlatmayanlardır çünkü…
Sayın yolcu bu dağlar, tepeler, yollar, patikalar anlar mı beni? Senin anlayamadığını ben bu coğrafi terimlere mi anlatayım? Ben mesela ırmağın kenarına oturup “ey kayıklar bugün yoruldum” demeli miyim? Başka bir örnek daha veriyorum: Söğüt dalına zorla tutunmuş türlü renklerin aslında sularla kardeş olduğunu anlamak için bulutlarla konuşmamız mı gerekir?
Bak gördün işte ben derdimi de sitemimi de yazıyla yapıyorum… Yazıya içimi döküyorum… Kâğıdı kalemi yazmayı ben annem kadar seviyorum… Yazdıkça rahatlıyorum da, sana anlattıkça o kadar yoruluyorum. Bu zıtlık neden ey yolcu? “Her şey zıddıyla kaimdir” derlerdi eskiden, şimdi anlıyorum…
Anlayamadığım çok şey var… Mesela bugün beyaz olan yarın neden siyah oluyor? Sözlerimiz dilimizden çıkmaz mı, sözlerimiz önce kalbimizden çıkmaz mı? Kalp bizim değil midir, başkasının kalbiyle yaşanır mı sayın yolcu? Ben sözlerimin kalbimden çıkmasını isterim… Sonra da dilime vursun isterim kelimelerim… Bu yüzdendir pek çok zaman sessiz kalışım… Sessizliği seviyorum aslında… Kimseyi kırmayışımız da sessizliğimizden… Kalp kırığı da cam kırığı gibi çok ses çıkarır… Tabi duyana…
Duymak demişken ah bu kulaklar ne çok şeyler duydu… Keşke gözler gözlere değerek konuşabilseydik… Belki o zaman o kadar da yorulmazdım… Yorulmak demişken, mezarlıklar hep yorgunlarla dolu… Hepsi dünyada da yorgundu… Ne kadar çok koştular çok şeyin peşinden… Ne çok yoruldular ah bilsen sayın yolcu… İsimlerini söyletebilmek için, isimlerini yazdırabilmek için ne kadar çok yoruldular… Mezarlıklar isimleri yazılı olanlarla dolu sayın yolcu… Mezar taşları hep isim dolu… Ben küçükken mezar taşlarındaki isimleri okumayın diye tembih ederlerdi büyüklerimiz… Uturmuşuz her şeyi öyle derlerdi… İsimleri de unuturmuşuz… Ama insanlar dünyada isimleri unutulmasın diye koşturmadılar mı bu kadar? İnsanlar dünyada o kadar kalbi isimleri unutulmasın diye kırmadılar mı? Bak mezarlıklar isim dolu… Evet, hepsi unutuldu işte… Hem de hiç kimse okumadan mezar taşlarından isimlerini… Kalplere yazılan isimler unutulmaz ama bunu da herkes bir öğrenseydi sayın yolcu… Bütün dünya buna bir insansa şarkısına herkes bir inansaydı belki sen beni bu kadar yormazdın… İnsanlar belki bu kadar gereksiz kendini yormazdı… Yorulduk sayın yolcu yorulduk… Dünya zaten bir gölgelik, burada dinlemeye gelmişken yine yorulduk…
“Biz ‘Hayır’ demeyi ‘işim var’ demeyi ‘olmaz’ demeyi beceremeyen insanlarız. Yorgunluğumuz bitmez bizim.” diyor Çalıkuşu Romanı yazarı Reşat Nuri Gültekin… Ah Çalıkuşu… Ah Feride… Daldan dala ağaçtan ağaca konarken sen, ne çok yoruldun… Dünya gibi… Dünya da yorulursa bir gün, kime söyleneceğiz? Hep ah bu hayat diye söyleniyoruz ya… Ah bu hayat… Ah be Feride… Ah be Reşat Nuri Gültekin… Nerden biliyorsun sen beni bu kadar… Ben de hayır demeyi öğrenemedim ki… Şu yaşıma geldim hayır demeyi öğrenemedim… Sahi anne ben kaç yaşındayım? Kiraz ayında doğduğumu söylerdin bana saçlarımı tararken… Beyaza yakın sarı sarı saçlarım vardı benim anne öyle değil mi? Ah be anne yine yatsam dizlerine yine tarar mısın rengi değişmiş saçlarımı? Anla beni anne, yoruldum… Yoruldum… Yoruldum…
Okudun mu bunların hepsini sayın yolcu… Çalıkuşu Feride gibi bende daldan dala mı atlıyorum sen okudukça? Feride yorgun… Reşat Nuri Gültekin yorgun… Ben yorgun… Sen yolcu…