İki arkadaşın içinden geçenleri birbirlerine söyleyemedikleridir
İnsan, yaratılmışların en şereflisidir, dedi çay ocağında çay içerlerken iki arkadaştan biri diğerine.
İnsan, yaratılmışların en şereflisidir, dedi çay ocağında çay içerlerken iki arkadaştan biri diğerine.
Yaratılmış ne varsa yer ve gök arasında insanın hizmetine sunulmaktadır, diye cevap verdi diğeri.
Mutlak Yaratıcımız yer ve gök arasında her daim can vermeye devam etmektedir ve her an yeni bir şey yaratılıyor ve bu “şey” insanın emrine veriliyor, diye de eklediler sözlerini birbirlerine karşı.
Ezan okunduğunda şehrin sokak lambaları da yanmıştı.
Elbette insan aynı zamanda doyumsuz bir canlı; bir vadi dolusu altını olsa bir vadi dolusu altın daha niye yok diye soracak kadar doyumsuz.
Biz poşet neden yirmi beş kuruş diye sokağa çıkmadık mı, diye de ilave edeceklerdi birbirlerine ama çay ocağının kapanma vakti geldiğinden sözleri ağızlarında çıkamadan kalıverdi.
Denizleri insanlar kirletti. Petrol için savaşları insanlar çıkardı. Arsas-Loren bölgesinin zengin kömür yatakları için Fransızlar ve İngilizler savaşmadılar mı, diye de soracaklardı ama akşam oluvermişti işte.
Birinci Dünya savaşının patlak vermesine müsebbip, Sırp gencinin Avusturya Arşidükü ’nü öldürmesi değil miydi? Avusturya Arşidükü de insan Sırp da insan, demeyi de ihmal etmediler birbirlerine iç sesleriyle sessizce.
Paltolarının yakalarını sanki gökyüzünde başıboş dolaşan rüzgârı yakalamak için havaya kaldırarak ayrıldılar çay ocağından.
Hiroşima’ya bomba atan pilot da insan; bombanın mucidi de insan; Nagazaki’de ölen binlerce masum da insan. Ne acı. İki taraf da insan; iki tarafı ölen de insan, dedi arkadaşlardan biri.
Arkadaşlardan diğeri gökyüzünde caminin üzerine çok yakışan hilale bakıyordu o anda ve şu cümleler döküldü içinden: Suriye’den kaçan milyonlar da insan, Lazkiye sahilinde omuzlarına güneş kremi süren Şamlı da insan. Mültecilere yedi yıldır kol kanat geren ülkenin vatandaşı da insan, Yunan sınırında mültecileri gazla karşılayıp Avrupa kapısında çıplak tir tir bekleten de insan.
Her ne yaptıysak elimizle yaptık. Şimdi yine düzeltmek bizim elimizde, dedi diğer arkadaşı, umut yüklü bulutlar insanların tepelerinde yuva yaparlarken.
Anlıyoruz ki ne kadar çaresizmişiz.
Ne kadar sakinmişiz. Ortalığı kasıp kavuran fırtınalar gibi sert ve sinirli bir insanken, pencerenin tüllerinden şehrin en işlek caddesinde in cin top oynamasını izleyecek kadar “akıllı çocuklar” olduk, dedi iki arkadaştan biri televizyonlardaki korona virüs ülkemizde alt yazısı kayarken gözleriyle sonuna kadar takip ederken.
Gökdelenler imar edip Himalaya Dağları’na başkaldıran zengin, acaba evin kaçıncı katına sığınmıştır şimdi, diye içinden geçirerek geçtiler dondurmacıların önünde oturmaya yer bulamayan kalabalığın içinden zar zor geçmeye çalışırlarken iki arkadaş.
Kim, neyden intikam almaktadır. Toprak mı, gökyüzü mü, denizlerin içindekilerle birlikte kendisi mi, diye içinden geçirdiklerimin zannettiler dondurmacıların önünde sıra bekleyen insanların kendilerine tuhaf tuhaf baktıklarında.
İki arkadaş içinden geçenleri birbirlerine fısıldamadan sokakta yeni yeşeren karanlıklarının içinden çıkıp, mahalleli gençlerin arabalarını yıkadıkları Nebi’nin çeşmesinden günün yirmi dört saati boşuna akan suyla ellerini iyice yıkadıktan sonra farklı sokaklarda bulunan evlerine gitmek için sağ ellerini kalplerinin üzerine üçer defa koyarak ayrıldılar.
Fatih TEZCE