MEMLEKET HAVASI
Kimi insan kendi memleketinde doğmuş, büyümüştür.
Çocukluğu da orada geçmiştir, ergenliği de…
Gençliği de orada geçmiştir, yaşanmışlığı da…
Her bir köşe taşı işlemiştir iliklerine kadar.
Hangi taşı kaldırsa altından ne çıkacağını bilir.
Kim kimin kızı, kimin oğlu, kimin torunu tanır.
Öyle olmuştur ki artık “Nerelisin?” sorusuna “Elhamdülillah” diye başlayarak cevap verir olmuştur.
Kimisi gurbet çocuğu olarak doğmuş, bilmediği bir kentte tanımadığı insanlar arasında büyümüştür.
İlerleyen yaşlarında hatırlayamayacağı insanlar girmiştir hayatına.
Oradan oraya savrulmuş, tutunacak dal aramıştır hayatı boyunca.
Zaman zaman memleket havası koklasa da, oralı olamamıştır hiç.
Kimisi de gerçek gurbetçidir.
Değil tanımadığı kent, tanımadığı insanlar, dillerini bile bilmez yaşadığı memleketin.
İnsanlarını tanımaz.
Yer edinmeye çalışır, kabullenmeye, kabullenilmeye…
Zamanla alışır, yada alışır gibi yapar o kentin yaşamına.
Ama hep özler memleket havasını, anasını, babasını…
Demem o ki, bir memleketi olmalı insanın.
Yaşamalı, yaşayamıyorsa özlemeli.
Gitmek, görmek istemeli.
Kendisi tanımasa da, onu tanıyanlar çıkmalı gittiğinde.
Az önce tanıştığı halde yıllarca tanıyor gibi candan olmalı sohbetleri.
Eskileri yâdetmeli, yenileri umut etmeli.
Bir memleketi olmalı insanın.
Uzun zaman sonra gittiğinde derin derin içine çekmeli havasını.
Sokaklarında gezmeli, çeşmesinden su içmeli, yaylasına çıkmalı, denizinde kulaç atmalı.
Bir memleketi olmalı insanın.
Toprağına fidan dikmeli, umut yeşertmeli ve…
Hep umudu olmalı.
Bir daha geldiğinde yine soluduğu havaya şükredecek kadar umudu, yeni umutlar yeşertecek kadar güveni olmalı.
Yeni tohumlar ektiğinde heyecan duymalı yeşermesini beklerken, acaba büyür mü diye kaygı duymadan.
Geleceğe güvenle bakmalı…
Evet, sabretmeli belki, her doğan güneşi gördüğünde Yaradan’ın verdiği nimetlere şükrederek…
Ama ektiği tohumun hasat zamanını bilerek.
Hasadınız bol olsun…