ADAM OLANA BABA DENİYOR
Fatih TEZCE’nin kaleminden..
“Benim annem babama hiçbir zaman ismiyle seslenmedi… Annem, babama “adam” diye seslendi hep… Benim babam adamdı çünkü…”
Böyle başladı konuşmasına genç Kadın, söyleşinin ilk cümlelerine… Heyecanlıydı, çünkü aklına her daim babası geliyordu… Çünkü “adam” olana baba deniyordu…
Bu şehrin dağlarına bakarak büyüyen; sokak kokusuyla soba kokusunun kardeşçe yaşadığı varoş mahallede yetişen bir genç kadın… Renklerin her türlüsünü seven, mahallesinin her evinde iyilik adına bir hikâyesi olan bir dertli… Ve şöyle devam etti konuşmasına:
“Mahallenin evleri genellikle tek katlı ve tek bacalı, az da olsa önünde incir ağacı, hanımeli çiçekleri ve asma üzüm dikilecek kadar küçük bir bahçesi olan evlerdi… Ya demirden ya da pirketten örülerek çevrilen bu bahçeler kadınlar için sığınılacak yerlerdendi. Taraba denilen tahtadan örülmüş bahçesi olan evlerin duvarlarındaki sevda sözleri bu evlerin güzelliğine güzellik katmıştı…
Camiden topluca çıkan ve evlerine ceplerinde şekerlerle dönen adamların rahat geçebilmeleri için kadınlar yol kenarlarında bekler, herkes gittikten sonra kadınlar da gül kokulu ve gül motifli yaşmaklarını burunlarına kadar yükselterek; yalnızca rüzgâr geçiyormuş gibi sessizce evlerine girerlerdi… Evlerinde onları bekleyen beşiğinde ağlayan bebekler, siyah “karalık”* giymiş çocukların soba başında ders çalışması ve tütün parasını kutlamak için eve helvayla dönen adamların mutluluğuydu…
Baba eve gelmeden sofra hazırlanmaz, baba sofraya oturmadan da sofraya oturulmazdı… Kadın her zaman ayakta, adamlar her zaman sokakta rızıklarının derdindeydi… Sokağa çıkmışsa bir adam çocuğu için çıkar, kadını için vakti saatinde de evine dönerdi…
Kadınlar korunan, erkekler saygı duyulan insanlardı… Erkek çocuklarının yaşı ne olursa olsun eve gelen misafirin çay muhabbetine ortak edilirdi… Misafirlere hazırlanan sofralara evin adamları oturur, kız çocukları ise babaların gözbebeği olduğundan gözü gibi saklanırdı… Bu davranış kadını yücelten bir onurdu çünkü…
Bu evlerde anneler, babalara birbirlerine hiç isimleriyle hitap etmediler… Belki de eşlerinin isimleriyle onlara hitap etmemeye devam edecekler…”Bizim adam” diye başlayacaklar utana sıkıla mecbur kaldıklarında sohbetlerinde… Ay, bu kadınları kıskanacak, ırmaklar duygulanıp gözyaşlarını topraklara fırlatacak, güneş hicabından terler dökecek, mevsim baharla buluşacaktı…
Leyleklerin göç yolları bu kadınlara çıkacak, uğur böcekleri bu kadınların omuzlarında uğurlarına uğur katacaklar, erimiş karlar denizleri sevindirecek…
Birbirlerinin ismini söylemek ayıp değildi; günah da değildi… İsimleriyle hitap etmek sadece eşlerin ikisine aitti…”
Genç yazar alkışlar içinde indi sahneden… Eşine neden bir şiir bile yazmadığı, yazdıysa da eşinin adını neden hiçbir şiirinde yer vermediği ya da eşinin adını neden hiçbir şiirinde başlık olarak kullanmadığı sorularının cevabını vermiş olmanın mutluluğuyla döndü büyüdüğü mahalleye…
Vakit akşamdı, evde bekleyenler de adamlardı…
* “karalık” :Mavi önlüğe geçmeden önce ilkokul öğrencileri siyah önlük giyerdi. Siyah anlamındaki kara kelimesinden dolayı halk bu üniformalara karalık ismini takmıştı. Sonra üniforma da kalktı, öğrenciler pek bi özgürleşti ya neyse bu da belki ayrı bir öykü konusu olabilir!