AĞAÇTA ASILI DURAN RENGİNE SIĞINAN ERİK ÇİÇEĞİ
Ondan başka sarılacağım kimse yoktu. Hangi güle sarılsam zaten soldular. Kimi sevsem zaten yoktular şiirini hatırlattın bana. Hatırlayanlar, yalnız başına yol alanlardır.
Şimdi sırası mıydı, neden soyunuyorsunuz renklerinizden ağaçlar. Ya sen, kırmızı renginden mi utanıyorsun ey gül. Duvarda suni boyayla yaşanmıyor değil mi?
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyen filozofun kitabını, başım çatlayıncaya kadar okuduktan sonra ancak anlayabildiğim cümleler gibi ben de seni her sabah gördüğümde anlamaya çalıştım.
Hatırladım, yalnızdım ve tek başıma yol almaya devam ediyordum.
İngiltere’nin grinviç kasabasından başlayan sıfır meridyeni döndü dolaştı geldi seni buldu. Sonra mevsim değişti; bahar, ilkbahar oldu. Sen mart çiçeğiydin, rüzgârla birlikte her sabah gelip beni buldun.
Bahar, ilkbahar mevsimiyle gelmiş şehirlere. Mart ayında ağaçların dallarındaki kış ve rüzgârlardan kalma darbelerle ezilmiş çizikler tomurcuklanıyor hafif hafif. Sen de öyleydin. İnsanın da ilkbaharı olurmuş; benim de ilkbaharım seni tanımamla başladı.
Ben kıyamazdım koklamaya da ondan uzaktan seyrederdim ağaçları. Kollarında uzayan yapraklar kuruyup yere düşünce ancak o zaman dokundum sarı yapraklara. Sarı, yaprağa dokunursa toprak rengi olurmuş. Toprağa sarılan ağaç gölgelerini görünce anladım.
Ağlama demiştin bana. Ağlamadım. Sen ağlayınca nehirler kuruyor, şehir duruyor, aynalar duvarları dövüyor, demiştin. Utanmak bir insana bu kadar mı yakışır, sen ağlayınca gözlerinin renksiz yaşları gözlerimde kayboluyor demiştin.
Sen ağlama demiştin bana, sen ağlama, senin yerine de ben ağlarım…
Sağ elini yanaklarına dayanak yaparak sanki bir ev kolonlarıyla sapasağlam duruyormuş gibi bakmıştın bana. Karşımda sen vardın, insanın gönlü kendine aynaymış. Bunu anladım.
Ne çok fotoğraf meraklısı var böyle, herkesin parmakları deklanşörde. Ama kimse kimseye sarılmıyor ya da hiç kimse fotoğrafını çektiği erik çiçeğini koklamıyor.
Çünkü ondan başka sarılacağım kimsem yoktu demiştin. Çünkü ondan başka beni anlayan kimsem yok; ondan başka beni dinleyen kimsem yok…
Sessizdin, bir başınaydın, rüzgârla sarmaş dolaştın.
Uzun süren yolculuklardan dönmüş kadar yoruldum, ayaklarımın şişi, gözlerimin nemi, ellerimin teri ve yüzümün çizgileri de olmasa kimse sevmiyor beni demiştin.
Şu takvim yaprakları da sevmiyor beni, sevseydi bu kadar çabucak geçmezdi zaman takvim yapraklarından demiştin.
Tek başına göğe doğru yükselmeye çalışan erik çiçeğini sabah ışığında penceremden görünce anladım erik çiçeğinin ağaçta asılı duran rengine sığınmak isteyişini.
Bir çocuğun annesine sığınmak isteyişi gibi…
Fatih Tezce