AYAKKABI BOYACILARINDAN DÖKÜLEN RENKLER
Tüm ayakkabılar şu bavula girip gidiyor önce. Arkasından bakakalıyorum. Sonrasında duvarları sırtlamış bir şekilde dimdik ayakta duruyor bavul. İçi ayakkabı dolu. Benimse içimde sen dolu. Kar yağıyor hafifçe.
Herkes ayakkabı boyadığımı sanıyordu. Oysa ben sana gideceğim ayağımı arıyordum. Dermanım kalmamıştı, derdimi boyalara döktüm…
Karlı bir gündü. Sabahlar, kar beyazlığına yaslanarak evlerden içeriye bakıyordu. Okula gitmek için telaşlanan çocuklarda bu kez bu telaş yok. Televizyonlar bağıra çağıra okul olmadığını, derslerin uzaktan yapılacağını insanları azarlar gibi ikna etmeye çalışıyordu. Uzaktan, her şey uzaktan, sevmek de uzaktan, sen zaten uzaktasın.
Artık kimse ayakkabı boyatmaya gelmiyor. Okula giden çocuklar spor ayakkabısı, işyerine giden memureler sandalet, büroya giden avukat bez ayakkabı giyiyor. Ne kadar tuhaf, Sertap Erener’in yırtık pırtık blucin/haydi haydi gidelim parka sözleri şarkıdan çıkıp tüm kenti kaplayıvermiş. Dizleri yırtık pantolonu köyde giyince fakirlik, kentte giyince moda oluyor!
Bugün bunları da düşündüm. Bir yandan da seni düşündüm. Hiç aklımdan çıkmayan seni. Karların içinden bir kar tanesi o anda yanaklarımı ıslattı. Gelemediğini ama beni de unutmadığını anladım. Ya da hayal… Bilmiyorum.
Yere bakıyordum. Yere bakmayacağız diye gürültü koparan genç arkadaşlar yürüyerek geçtiler önümden. Ben yere bakıyordum, yok hayır utandığımdan değil, seni ayakkabılarından tanıyabilmek için.
O genç çocuklar bakmayacağız bakmayacağız diye diye geçip gittiler önümüzdeki karların erimesinden sonra ıslakla kuruluk arasında kararsız kalmış yoldan. Bakmadılar da. Hiçbir şeye bakmadılar.
Daha önce yağmış ve şimdi erimeye başlamış kara, artık neredeyse kentlerde azalan ağaçlardan geriye kalan üç-beş ağacın ürkek dallarına tüneyerek üşüyen kuşa, titreyen elektrik tellerine, taze taze diyen bağıran simitçiye ve cami duvarına yaslanmış ayakkabı boyacılarına.
Bakmadılar. Hiçbir şeye bakmadılar.
E hani her şeyi paylaşacaktık diye sitem ettim içimden kendi kendime…
Bugün de geçmedin buradan. Ben hep bir şeyler düşündüm sen buradan geçersin diye. Bir keresinde kırmızı bir ayakkabı varmış elinde, bir poşete koymuşsun ve bana o halde geliyordun. Kırmızı boya yok işte, kalmamış. Ama diyemedim sana. Ertesi gün boyadım.
Gece olmuştu artık. Beyaz yelkenine okyanuslarda rüzgâr bulamamış küçük bir gemi gibi her yanımı hüzün basmış şekilde gözlerimden akan gözyaşımdan boyamıştım duvar dibinde boynunu bükmüş şekilde seni bekleyen ayakkabını.
Evet, senin ayakkabının rengi kırmızıydı, benim de gözyaşımın rengi kırmızı. Bunu sen de bilmiyordun, sırtını cami duvarına yaslamış diğer ayakkabı boyacıları da bilmiyordu. Hiç kimse bilmiyordu.
Dedim ya ben böyle düşündüm, sadece düşündüm.
Tabi, bu bir hayal, ne sen geldin o gün ne de ben ayakkabı boyacısı oldum.
Fatih Tezce