BİR KUŞ BANA SELAM VERDİ
Fatih TEZCE’nin kaleminden..
Yolunu şaşırmış bir kuşun odama dalmasını, kuşların beni görmek istemesine yormuştum.
Hiç ürkütmedim beni seyreyleyen kuşları.
Ben de seyreyledim öylece onları.
Seven sevdiğini ürkütmez, öyle demiştin bana.
Aklıma ilkin, bana yıllar önce söylediğin bu sözün geldi.
Ben de bu sözüne mukabil şöyle demiştim:
Pencerelerinizi açın, kuşlar size de selam verecekler.
Aldım kabul ettim kuşların selamını elbette.
Senden gelen her şeyi kabul ettiğim gibi.
Tepemde cıvıl cıvıl dönüyor kuşlar odada.
Sevinmiş gibi kuşlar beni gördüğüne, pır pır vuruyorlar camlara, merhabasına merhaba dediğim için; derdim derdindir dediğim için, derdin derdimdir dediğim için.
Seni her gördüğümde benim de sevindiğim gibi.
Kuşların evlere pencerelerden girerek eşyalara tek tek ve özenlice konmasını ve insana bir şeyler anlatmak isteyişini şairler, insana selam vermesi diye konuşuyorlar sağda solda.
Oysa hamarat bir ev hanımı kuşların pencerelerde pineklemesini ortalığı pisletmek olarak, işine âşık memur zaman kaybı, tek derdi nitelikli lise kazanmak olan genç boş iş, parasına para katmak isteyen patron ise kapitalizmin bir oyunu diye düşünür.
Ben her zamanki gibi şöyle düşündüm:
“Kuşlar sizin gibi hür olmaktır hayalim”.
Yeniden başlamayı anlatmıştım sana.
Toprakla buluşan su gibi, bulutla ağlaşan yağmur gibi, kelebekle oynaşan çiçekler gibi.
İnatla ve sabırla.
Sabır ne güzel şey.
Hiç ölmüyorsun sabredersen diyor toprak, yağmurdan sonraki kokusuyla.
Hayata yeniden başlamanın sırları vardır.
Mesela pazartesi…
Yeniden başlamak için sırdır.
Kuşların bana selam verdiği gün gibidir pazartesiler benim için.
Pazartesiyi ayrı sevişim bundan mıydı, yoksa kuşların bana sığınmasından mıydı, bilemiyorum?
Yüreği öyle çarpıyordu ki kuşların, bir an benim seni ilk kez gördüğümde soğuk şehrin buz tutmuş sokaklarındaki kalbimin sıcacık atışını hissettim.
Yerinden çıkacak gibiydi kalbim.
Kalbimden çıkacak ve senin kalbine konacak diye umut ettim ben hep.
Kalbim yerinden çıkıverse ve senin kalbine yerleşiverse diye de ne dualar ettim ben bir bilsen.
Hiçbirini duy(a)madın.
Gökyüzünün siyah, yeryüzünün beyaz olduğu o şehirden hatırlarım seni.
Siyahın ve beyazın arasında bana sığınışından.
Martıların olmadığı, leyleklerin göç yolunda herkesten ve her şeyden firar ettiği upuzun şehirden.
Uzadıkça da sonunda hep, senin olduğun şehirden.
Duyuyor musun bilmiyorum, sesler sarmış hanımeli çiçeğinin her yerinden.
Ağaçların bellerinden sarılarak ilerleyen rüzgâra kuş sesleri mihmandarlık yapıyor şimdi.
Yapraklar hop oturup hop kalkıyor heyecanından.
Uzaktan gelen misafiri karşılayan bir kadının özlemi var tabiatta.
Mavi pencereli evlerde bir telaş yaşanıyor.
Çiçekler, beyaz badanalı duvarları yeniden örmüş sanki.
Pencerelerden güzellikler sarkıyor sokağa.
Kuşlar kanatlarıyla koruyor çiçekleri.
Çiçekler daha bir güzel oluyor.
Şehir bir başka güzel kokuyor.
Vakit yoruluyor, akşama dönüyor her şey.
Odanın bej rengindeki duvarlarına gurup kızıllığı gelip yerleşiyor.
Duvarlarda şimdi birden çok varlık yer değiştiriyor.
Gölgeler, diğer gölgeleri itekliyor uzaklaştırıyor oradan.
Hayalin kalıyor, ben kalıyorum, kuşlar kalıyor.
Doğu Ekspresinin silueti lisenin penceresine sığınmış ve ürkek ve yalnız ve garip bir hayalet gibi süzülüp kaybolmaya başlamışken platolarda, sokakta park eden yeşil renkli doğan slx marka otomobilde şu türkü çalıyordu:
“Yine gel akşamüstü, gece sabaha varmadan…”
Bir kuş selam dedi bu sabah bana.
“Yine gel akşamüstü, gece sabaha varmadan, izin olsun üzerimde, olur mu?”
Söyle olur mu, yine gelip benim derdimi dinler misin?