Gitmek sevmekten…
Fatih Tezce’nin kaleminden Gitmek sevmekten…
Her bir kar tanesini bir melek indirirmiş…
Her bir kar tanesi yeryüzüne indiğinde melek olurmuş…
Kar tanesi beyaza da düşmezmiş…
Kar düşünce beyaz olurmuş yeryüzü…
Beyaz rengin öyküsü budur…
Bir de bizim öykümüz vardı…
Dağıldık işte öylece…
Tespih taneleri gibi dizildiniz aklıma…
Dağıldık ey can’ım topla bizleri…
Dağıldık ey cananım anla bizi…
Hangi Cumartesiydi bizi dağıtan?
Gökten birbirine sevgiyle değerek inen karlar toplamıştı bizi sonra…
Kardelen demiştim ben o anda ilk kez kar yağarken sizlere, hatırladım…
Attila İlhan’ın “adım sonbahar” şiirini ilk bu bahçede okumuştum;
“oysa ben akşam olmuşum/yapraklarım dökülüyor/Usul usul/adım sonbahar”
Etrafımda toplanmıştınız, elimde gölgeniz, omuzlarımda güneş, dilimde yine aynı şairin “rüya bu ya” şiiri;
“ikimiz otobüsle uzak bir şehre gidiyormuşuz
Kars’a mı desek
Ardahan’a mı desek”
…
Sanki bana soruyordu bu şiir.
Kars, kar ve kardelenlerin şehri…
Kars deyince aklıma kar gelir sonra beyaz sonra kardelen…
Kar taneleri beyaza düşünce bahçe kardelen bahçesi olmuştu…
Ben hep kardelen demiştim size…
Hala da en çok kardelen diyerek uyuyorum.
Ay vakti en çok bu kelimeyi yazıyorum defterime…
Ben bir de sabah namazına çağıran imamların sesinden tanırım kar tanesini.
Sabah hayra yolculuktur, kar günahsızlığa davettir…
Kardelen güzel olmaktır masumiyet demektir…
Ben en çok kardelen bahçesindeyken tattım masumluğunu Ay’ın ve ezanların…
Hatırla ey can!
Bu geniş bahçe bizimleyken tel örgüler yoktu parmaklarımızın arasında…
Küçük de olsa bir ormanımız kalmıştı gerimizde.
Sağ ve sol her tarafta dizlerimize yetişen otların yaşadığı çiçekler bırakmıştık çam ağacına emaneten yaslanan. Yolun hemen yanından belediye kamyonların geçtiği bir de sokağımız vardı kozalak kokusu nefes olsun diye yolda kalanlara…
Ön tarafta bir kulübe vardı akşam olunca korktuğumuz…
Ben en çok o kulübeden seyrettim geceyi…
En çok o kulübeden girerken ben, biz geldik dedim…
Ne çok anılarımız kaldı şimdi Irmağın yalnız kaldığı Ekim’de…
Hatırlıyor musun ey can,
Yedigöller’de bir şelale gözlerine değmişti, sonra gözyaşı olmuş damla düşmüştü avucumuza hepimizin…
O zaman sen de anlamıştın ayrılık olacağını da kapatmıştın gözlerini bulutlara…
Gözüne şelale değmese de benim gözlerim değmişti…
Ben de o an bilmiştim ayrılık vakti geldiğini.
Ağlamak olgunlaşmaktır demiştim ben…
Ne çok şey demiştiniz hepiniz o gece dalda şakıyan kuşlar gibi…
Sonra sabah olunca anlamıştım…
Kuşların gözünden damla damla ben düşmüştüm…
Gitme demiştin gitme demiştiniz…
Kardelen de bükmüştü boynunu…
Kardelen gitmemek değil mi bunu bize öğreten şu dağlar değil mi, ?
Kızılırmak değil mi diye hayıflanan rüzgârlara, gitmek büyümektir demiştim…
Biliyorum bazen gitmek gerekir büyümek için gölgelerimizi büyütmek için…
Gitmek büyümektir…
Şimdi hepimiz gittik işte…
O gün gittim diye boynunu bükmüştü papatya, omzumdan düşmüştü Uğur böceği, Attila İlhan bir kez daha elde var hüzün demişti.
Şimdi hepimiz gittik ey can!
Büyümeye gittik sonra döneceğiz kar tanesi olup…
Bir sabah kardan aydınlık olacağız şehrin pencerelerinde…
Gitmek sahiplenmektir…
Şimdi birazımız şehir hepimiz memleket…