İÇİMDEN GEÇENLER UĞRAMADI BANA
İçim, içinde bekliyor. Bir şiirin ilk mısraı gibiyim, durduramıyorum kendimi içinde. Ellerimden sesler, gözlerimden şehirler, dillerimden nehirler bağırıyor sanki.
Rüzgârın ağaçlarda duramadığı gibi, kar taneciğinin erik yaprağına yapışamadığı gibi, dağların üzerinde bulutların barınamadığı gibi. Bir ses var, bir söz var, bir şey var.
Her defasında aynı şey oluyor. Okuyarak bitirdiğim yeni kitabın boş bırakılan son iki sayfası gibi bomboş duruyorsun. Her okuduğum kitabın son iki sayfasına mutlaka özetini yazarım ben. Kitaplar bence öyle daha anlamlı oluyor. Ancak senin sayfalarına bir türlü yaklaşamıyorum, ne acı. Her defasında aynı cümlende takılıp düşüyorum işte.
Bir çocuk mavi balonlarını gezdiriyor sokakta. Rum sokağının cumbalı evlerinde yaşlanan zaman, mavi balonlara bakıyor. Ben bir maviyi bir de bu sokağı seviyorum. Daha önce demiş olmalıyım; ben, mavinin ve senin kokunu bu sokaktan biliyorum.
Yo, hayır, daldan dala atlamıyorum. Konudan konuya geçmiyorum. Aklın mı karışıyor. Neden böyle diyorsun. Nerede unutmuştun sen beni, hatırla.
Göğsüm daralıyor. Sesimi kendim bile duyamıyorum. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Uçurumlardan düşmüşüm. Fiziki yaralı değilim. Dudaklarımda hep uçuk çıkar bilirsin. Bu sabah da öyle olmuş. Uçurumdan düştüğünü sandığım senin rüyanmış. Göğsüm daralıyor. İnşirah ya rabbim, inşirah.
Modern kentin insanlarına bakılırsa herkes panikatak. Herkes hasta. Ama öyle değil. Toprağa basınca susardı çocuklar eskilerde. Küllere ayaklarını daldırınca usulca uçardı kuşlar köylerde. Ekmeğe dokununca, domatesin tadına bakınca, böğürtlene yaklaşınca gülerdi çocuklar şehirde. Sen benim ekmeğim, sen benim böğürtlenim, sen benim ellerimden uçup giden kuşumsun…
İçimde, sana karşı durduramadığım bir nehir var. Sebebini hiçbir zaman bulamadım. Buna bazen körlük bazen de körü körüne bağlılık demiştin. Ya da kendime ettiğim en büyük kötülük. Ben de böylesi bir kötülük sende ise böylesi bir körlük.
Gazete kâğıdını dürerek içine papatyadan çiçekler koydum. Defter yaprağını kopartarak içine şiirler yazdım. Kurumuş yaprakları katlamadan aldım onları ceketimin içine soktum. Ben seni içimde sakladım.
Gemiler yüzdürdüm defterlerimin çizgili kâğıtlarından. Hiçbir gemim sana ulaşmadı. Yağmur yağdı gözlerimden ama sen anlamadın. İç çarpıntısı devam etti içimin. Ama sen buna “hiççarpıntısı” dedin.
Beni saran Karadeniz rüzgârlarıyla yalnızdım. Ellerini, yanında taşıdığı fotoğrafın boynuna dolayan masum bir adamın teselli bulduğu kadar yalnız. Ötesi yok, fotoğrafın ötesinde sen de yoksun.
Karadeniz rüzgârı şimdi de düşlerimden içerime doğru kayarak beni yalnızlaştırmaya devam ediyor.
İçimden geçenler bugün de uğramadı bana.
Fatih TEZCE