Kırmızı tramvay
Fatih TEZCE’nin kaleminden..

Kaç kere döndüm gönlünden…
Kaç kere gömdün beni giremediğim gözlerine…
Ellerim kaç kere taşıdı hayalden mektuplarımı sana…
Kaç kere söndüm ben saçlarının dağıldığı gecenin lacivert gökyüzünde, bilmiyorum…
Her sabah seni görebilmenin heyecanıyla uyandığımı sana söylemiş miydim? Söylemiş miydim sana, avuçlarımda terleyen rüzgârlarda aylak dolaşan kırlangıçları seyre dalınca sen çıkagelmiştin şehre bakan sokaklardan? Gözlerinde taşıdığın şehirlerde ben de taşınıyordum senden habersiz, bana da baksın sokaklar diye…
Bir umut diye belki…
Söylemiş miydim, bin dokuz yüz doksan dokuz yılından kalan depremle sana çıkan şehirlerin yerle bir olduğunu? Senin, gözlerinle birlikte denizlere gömüldüğünü söylemiş miydim?
Bahar da kandırırmış bazen; sabahlar seni görmek için değilmiş…
Seni görmek, yürüdüğün gölgelerden geçmek, bazen ıslak bazen kurak mevsimleri senin için toplamak gözlerimde, sana yazılan mektuplara postacılardan önce dokunabilmek, bembeyaz zarfları kır bahçesine dönüştürmek, sonrasında seni üzgün beklerken görmek a-ve-me-lerin direkleri dibinde…
Para çoğalıyor, kavuşmalar azalıyor…
Diyeceğim benim bu kadar ey ay ve lacivert yüzlü gök…
Maviden göz, sarıdan saç olurmuş demek…
Yürüyünce şehir yürür, susunca gündüz susarmış…
Geceyi az önce anlattım sana…
Sen geceydin, yıldız sen gibi parlardı ve ah sen bir geçeydin pencerelerin siyahından…
Bir de bunu dedim işte: Geçeydin, geceydin…
Orhan Gencebay şarkılarından vurulduk biz…
Dizlerimizde kır çiçekleri, ellerimizde uzayın boşluğu, gözlerimizde kendi kendine dönen bir dünya…
Her dönüşümde ben, seni belki bulurum inadıyla severdim; dünyanın kendi kendine dönüşünü…
Fakat Coğrafya da yalan söylermiş; bir noktadan diğer noktaya dümdüz gidince sana varamadım ben!
Yolun sonunda ve kenarında ellerin sıcaktan buruşmuş gözlerin birini bekler de gelmemiş gibi mahcup beklerken buldum seni…
O kalabalık arasından bir ben gördüm seni…
Sen de beni gördün…
Ancak senin beklediğin ben değildim, benim de aradığım sen değildin…
Geçip gittik gözlerinle bir hayalin buluştuğu hemen önünden -dünyadan bakıp geçen faniler gibi- bir kaldırım dolusu insanla…
Kırmızı tramvaylar bu şehrin bir ucundan diğer ucuna insan taşıdı her gün…
Hiçbirisi senin beklediğin değildi, anladım…
Anladın ve sustun sen de…
Susmak kabulleniş, içimizden gelen kurak bir ağlayış…
Üzgündün, içinden ağlıyordun, dağılmıştı ağlamaların, gözlerine kadar gelmemişti yürekte coşan yaşların…
Bu şehir bugün kırmızı tramvaylarla birçok insanı diğer birçok insana taşıdı…
Fakat senin için hiçbiri inmedi vagonlardan; hiçbir durak senin için heyecanlanmadı martıların baharla karşılaştığında duyduğu özlem kadar…
Kırmızı gülü sana vermek istedi sokaklar çiçekçi olmuşçasına; sandım ki gökyüzünden kırmızı gül yağacak; sen alacaksan gülleri, fakat senin aradığın gül de o gül değil, o el de aradığın o el değildi…
Anladım ve vazgeçtim artık kendini gizlediğin gölgenle seni konuşturmaktan…
Aleyna Tilki müziği gibi yabancı kaldın bir kırmızı tramvay dolusu insanın kulaklarında…
A-ve-me-ler kırmızı tramvaydan inen ne kadar yolcu varsa öğüttü hepsini…
Sen hala orada bekliyor musun yoksa?
Durup dinlenmeli bir nefes…
Şehirler dinlenmeli, kulak verilmeli şehirlere…
Şehir, dinlemektir…
Bir şehir dolusu insan, hepimizi bir kez dinlemeli…
Çünkü direklerin dibinde kimseyi yalnız bırakmaz şehir…