Küçük esnaf büyük aşk!
Fatih Tezce’in kaleminden..
Gaziantep’te bakırcı ustası, Mihalıççık’ta çömlek aşkı, Kızılırmak Deltası’nda zembil ören kadın, Avanos’ta toprak sanatçısı, Kütahya’da çini sevdalısı… Kocaman yürek taşır tezhip, minyatür, ebru sanatçısı…
Her biri bambaşka dünya, farklı coğrafya… Ortak dertleri güler yüzleri, samimiyetleri… Bizim ortak değerlerimiz… Kültürümüzün Anadolu’yu “tam” eden parçası. Şımarmamış, şımartılamamış ekonomik duruşlu insanlar… Ellerinin değdiği her ‘şey’e kendilerinden değer katıyorlar. Yaptıkları her çalışma aslında kendileri, çocukları, eşleri, anneleri… Her bir ürünlerinde aileden birini düşünür burada sanatçı… Ailesinin geçim derdini de düşünür… Ailenin rızkını kazanmaktır bu yolculuk, bilene… Bilenden bilinene yolculuktur bu sanatın çizgisi…
Kızılırmak Deltası’nda sazlıklardan yapılan sepet, hem kendini taşır başka yerlere hem de müşterisi gerçekten bir şeyler taşır sepeti alıp gidince… Beyaz ve kızıl toprakla yapılan Sorkun Çömleği ise adı gibi Mutlu Usta’nın ağzında uzayan sigara külü kadar uzun yolculuğudur… Hem de ne yolculuk… Bazen içe yolculuktur, bazen Rize’ye bazen Beypazarı’na. Emek ürettiği, ortaya sanat eseri koyduğu mekânın, şair Sunay Akın’ın sanki tam burası için söylediği “iç açılarının toplamı iç acılarının toplamından” daha dardır.
Çömleklerin, özelliğini bu iki renkli toprağın karıştırılıp çamur haline getirilmesi Mutlu Usta’nın kendine şekil vermesindendir; kurutmasında, kazınmasında, sırlanmasında ise Horasan’dan gelen Kara Yusufların Hacı İsmail, Hacı Mehmet, Hacı Ali adındaki oğullarının aileleriyle birlikte 800 yıl önce gelip köye yerleşmeleriyle oluşan Anadolu kadınlarının alın teri bulunur… Birkaç kez şahit de oldum ey gönül! Güveçlerin, kırk yıl hatrı sayılsın diye toprak cezvenin, Anadolu’da misafire sunulan kanaviçeli havluya bağlanmış ve içindeki tevazu ile başını suyun önünde eğen ibriklerin toprakla başlayıp ateşle biten yolculuğuna… Ateşle pişiyor toprak sonra ‘tam’ oluyor… Usta da ‘tam’ oluyor… Ateşle pişince insan da tam oluyor… Ateşin rengidir kırmızı… Seven insanın yanaklarının da rengidir kırmızı… Ateşle yolculuğu toprağın, ustanın ellerinde başlıyor, ustanın gönlünde bitiyor… Ortaya büyük ‘aşk’ böyle çıkıyor…
Bakırcı ustası defalarca aynı noktaya vuruyor… Vuruyor usta, vururken sabrı öğreniyor sonra bu tıkırtıyı duyan herkese anlatıyor sabrı… Aynı noktadan çıkıyor şehrin sesi böylece… Böylece herkes şehri anlıyor, şehri yaşıyor… Şehir böylece ses oluyor. Şehirlere ses böylece geliyor… Şehir susarsa dert olur… Dert, yalnızlıktır… Bakırcı ustası da sevmez yalnızlığı… Kalabalıkla vardır sanatçı… Her ne kadar bir başına, başı öne eğik, elleri nasırlı gözleri derine dalmış gibi olsa da içindedir tüm yaşadıkları… Onlarla mutludur…
Şehirlerimiz de onlarla mutludur… Mutluluk aramızda, ellerimizde… Ellerimizden ne gelirse salalım yeryüzüne… Sanatçıdan bir ürün çıkarsa, analardan merhamet, dosttan bir merhaba çıkar… Kalbimize dönüş yapalım, kalbimize dönüp bakalım, sonra kendimize, sonra aynalara… Aynaları her yerine dikelim şehirlerin… Her gördüğümüz kendimizdedir, her gördüğümüz kendimizdir. Uzun yolculuktan sonra nasıl mutlu olursa Mutlu Usta evine dönünce biz de mutlu olalım dostları görünce…
Arkadaş yanında olan; dost içinde olandır…