Martıların aylakça gezdiği kasaba
Fatih TEZCE’nin kaleminden..
Beyazla sen geldin, ama görenler dalga zannettiler…
İçim kıpır kıpır, dalga gibiyim; yıkıp geçiyorum denizleri, duramıyorum…
Rüzgâr bir beni, bir de dalgaları itekliyor sahile doğru…
Yerdeki senin gölgen, öylece duruyor…
Sanki dalgalar sana vuruyor…
Gün kızıla dönüyor…
Domates tarlaları da kıpkırmızı…
Utangaç bir gelin gibi tabiat…
Böğürtlen bahçesinin kuşları da utangaç…
Ağaçlarda beyhude sallanan yapraklar yorulmuş…
Kalın gövdeli ağaçlar bir o yana bir bu yana artık sallanmıyor…
Rüzgârlar bile kendini sahile atmış…
Bulutlar perde perde çekiliyor göklerden…
Az ileriden bir gemi sesleniyor her şeye…
Martıların korkuları bu sesle sahildeki insanların korkusuna karışıyor…
İncecik deniz kumları bir bebeğin ayağına karışarak uzaklara gidiyor…
Sahile yakın şehirler güne uyanıyor…
Uyandıkça insanlar şehirlerde çoğalıyor…
Şehirlerin gürültüsünü denizler susturuyor…
Önce derin sessizlik…
Sonra…
Deniz ve köpükleri seni görünce coşuyor…
Hırçın ve kızgın, deliriyor deniz; dalgalar bembeyaz oluyor…
Ben hiç akşam olmadan yazmadım ismini sahile…
Kimse görsün istemedim güpegündüz…
Geceye sığındım belki de…
Belki de utandım…
Leyleğin ağzıyla beslediği yavrusunu görünce denizler, onlar da utandı…
Şimdi sessizlik…
Deniz sakin…
Radyoda arabesk müziği çalıyor…”Sensiz bir gün haram bana” diyor adam…
Çay ocaklarının kaşık tıkırtıları duruyor birden…
Yoldan geçen herkes donuyor birden…
Uzak seferlere göç edenler dönüyor birden…
Radyodaki arabesk müzik çalıyor halen…
Sesler, nefeslere; nefesler çay bardağına boşalıyor…
“Sensiz bugün de haram bana” diyor yandaki pazarcı çocuk, kavun tartarken…
Ve şöyle devam ediyor iç konuşmasına;
“Mesela ben hep imrenerek baktım camlara yansımış fotoğraflara… Fotoğraflara girebilmiş sevgilere de öyle baktım… Duvara yazılmış yazılara da, toprağa sığınmış ayak izlerine de… Bizim de toprağa sığınmış ayak izlerimiz olmalıydı yan yana… Camlarda kalan fotoğraflara ben hep kıskanarak baktım, yalan yok…”
Denizin sustuğu, kumların serildiği, martıların aylakça gezdiği ve başında kasketi olan bakkalcı tarafından sadece bir ekmeğin sepete konduğu bir kasabada oldu bunların hepsi…